Utku Perktaş, tarihin tozlu raflarında bir yerlerde bilinmeyen isimler olarak duran ve dünyayı değiştiren bilim kadınlarının hayat hikâyelerini yazdı.
Son yüz yılda bilimdeki en önemli araştırmaların birçoğunun kadınlar tarafından yapıldığını ya da bu araştırmaların öncülüğünü kadınların yaptığını biliyor musunuz?* Birçoğu tarihin tozlu raflarında bir yerlerde bilinmeyen isimler olarak duruyorlar. Ben bu yazımda onlardan bazılarının, muhtemelen isimlerini hiç duymadığınız bu bilim kadınlarının kısa hayat hikâyelerini paylaşacağım. Mesela Hedy Lamarr, Avusturya doğumlu Amerikalı film yıldızı ve aynı zamanda çok önemli bir icadın sahibi. Kendisi George Antheil ile frekans atlama teknolojisini geliştirmiştir. Lamarr'ın fikirleri, kablosuz yazarkasalar ve barkod okuyucular gibi sayısız teknolojinin yolunu açtı. Meslek hayatında başarılı bir oyuncu olarak anılan Lamarr, nihayet 1997 yılında hakettiği kabule Electronic Frontier Vakfı’nın Öncülük Ödülü ile kavuştu. Verdiği yanıt ise şöyleydi; ”zamanı gelmişti.” İşte bu isimlerin hikâyelerini tarihin görünmeyen raflarından alıp ortaya koymak bilimin bugünlere nasıl ulaştığını göstermek için biz bilim insanlarının yapması gereken bir eylem, çünkü bu hikâyelerde mücadele ve Dünya’yı yaşam için daha iyi bir yer hâline getirme çabası var. Tarih boyunca kadınların inanılmaz engellere rağmen bilimdeki ilerlemelere nasıl paha biçilmez katkılarda bulunduğunu görmezden gelemeyiz.
Kadınlar Dünya’yı değiştiriyor
Dünya çevre hareketleri bugünkü ivmesini Rachel Carson’a borçlu. Carson 1907 doğumlu bir deniz biyoloğu ve dünyadaki çevre hareketlerinin kökeninde yer alan, günümüzdeki çevre koruma bilincinin oluşmasında birden fazla dönüm noktasına neden olan bir kadın. Sessiz Bahar [Silent Spring], Carson’ın akla ilk gelen kitabı. Bu kitabın dünyadaki etkileri çok çarpıcı olmuş. Kitap, Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere tüm dünyada çevre hareketlerini tetiklemiş. 1960’lı yılların başlarında Carson, doğayı olduğu hâliyle korumak isteyenlerle onu kontrol altına almak isteyenler arasında patlak veren çatışmanın tam ortasında yer alıyor. Kendini hazırladığı bu durum daha sonraları çevreyle ilgili olumlu gelişmeleri beraberinde getiriyor. Kitabın etkisi muazzam düzeye ulaşıyor ve Carson, 1970 yılında üç önemli hadiseye vesile oluyor. Ulusal çevre politikaları kanununun çıkmasına ve ayrıca Birleşmiş Milletler’in her yıl Nisan ayında kutladığı Dünya Çevre Günü 1970’de bu kanunla gelenekselleşiyor. Hemen ardından Çevre Koruma Ajansı (EPA) kuruluyor. Sessiz Bahar, EPA’nın ilk tohumlarının atılmasına neden olan eser olarak anılıyor. Ne yazık ki, Carson tüm bu olumlu gelişmeleri göremeden 1964 yılında hayata veda ediyor.
Okuduğumda çok etkilendiğim bir diğer önemli bilim kadını da Mary Anning. Anning 1799 doğumlu. Kendisine yıldırım çarpmadan önce sakin bir çocuk olduğu söyleniyor fotoğraftaki kadının. Bebeklikte yaşadığı bu olay sonrası “canlı ve zeki” biri olarak tanımlanan Mary Anning, tarihte cinsiyetçi yaklaşımlara maruz kalmış birinci sınıf bir bilim insanıydı. Ailesi yoksuldu, babası marangozdu. Anning ve erkek kardeşi ailenin 10 çocuğu içinden hayatta kalan iki kardeşti. Marangoz olan baba İngiltere’de Lime Regis’in kireç taşlarından ve killi uçurumlarından numuneler çıkarıyordu. Bu sırada ortaya çıkan kabuk ve kemikleri de topluyordu. Anning bu işi babasından öğrendi. Sonra sarp kayalık alanlara kardeşiyle giderek küçük fosiller bulmaya başladı. 1811 yılında erkek kardeş kayaların içinde belirgin bir yüz silüeti keşfetti. Anning kayayı büyük bir titizlikle temizledi. Neticede, yaklaşık beş metre uzunluğunda, timsahı andıran dev bir fosil buldu. İki çocuk dünyanın ilk ihtiyozor fosilini keşfetmişlerdi. İhtiyozor, Anning’in paleontolojiye yaptığı ilk katkıydı. Sonrasında keşifler devam etti. Bilim insanları keşiflerinden çok yararlandı. Fakat kadın olması bu katkıların üstünün örtülmesine neden oldu. Keşifler dergilere çıktığında kimse Anning’in isminden bahsetmiyordu, başarıları hak ettiği saygıyı görmüyordu. Komşularına göre Anning, bölgeye turist çekmeye yarayan bir kişiden başka bir şey değildi. Arkadaşına yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Dostluğuna güvenmediğim için affına sığınıyorum. Hayat beni öyle sert ve anlayışsızca kullandı ki herkesten şüphe eder oldum.” Yaşamı yoksul ve yalnız geçti. 1847 yılında meme kanseri yüzünden, 47 yaşının bitiminde vefat etti. Ölümü üzerinden 12 yıl geçmişken, Charles Darwin Türlerin Kökeni’ni yayımladı. Eserde, Anning’in bir paleontolog olarak tarih öncesi keşiflerinin de etkisi vardı. 1865 yılında Charles Dickens, editörlüğünü yaptığı All the Year Round dergisinde Anning’in yaşamıyla ilgili bir makale yazdı. Makalenin sonu şöyle bitiyordu: “Marangozun kızı kendine bir isim yaptı ve bunu da sonuna kadar hak etti.”
Pamuk Kraliçesi
Ruth Benerito, 1916 doğumlu bir kimyager. 15 yaşında Tulane Üniversitesi’nin kadınlar okuluna giriyor. 1935’de 10 yaşına geldiğinde kimya diploması alıyor. Anacak 1935’te Büyük Buhran nedeniyle bir kimyagerin iş bulması için çok zor bir yıl. Lisede öğretmenlik yapan Benerito’nun kapısını fırsat bu yıllarda çalıyor. Bu yıllar sanayi kolları ve üniversitelerde İkinci Dünya savaşı nedeniyle erkeklerin boşalttığı işlerin kadınlara açıldığı yıllar ve pek çok olasılık kadınlar için de mümkün oluyor. Üniversitede dersler vermek üzerine Tulane’e dönüyor. Öğrencilerinin başarılı olduğunu görmek ona zevk verse de kendisinden daha az deneyime sahip erkek meslektaşlarının aldığı terfiler sinirlerini bozuyor. Göreve gelen yeni dekandan terfi istiyor, ama performansını değerlendirmek için zaman gerektiği cevabını alıyor. Pişkin bir savsaklamaya maruz kalıyor ve, “Eğer beni burada geçirdiğim 13 yıldır tanımadıysanız asla tanımayacaksınız” diyerek üniversiteden ayrılıyor. ABD Tarım Bakanlığı’nda işe giriyor, bazı eski öğrencileri Benerito’nun istifasını büyük bir yeteneği kendilerine çekme fırsatı olarak algılıyorlar. 1953 yılında bakanlığa alınan Benerito, yeni işinde çok verimli geçecek 33 yıllık bir kariyere sahip oluyor. İlk beş yıldan sonra araştırma laboratuvarının başına geçiyor, pamuk kumaşı dönüşterecek buluşunu yapıyor ve pamuklu kumaşlarda”yıka ve çık” dönemini başlatıyor. Artık bu kumaş için ütüye gerek kalmıyor. Benerito Lemelson-MIT Ömür Boyu Başarı Ödülü’nü ve ABD Tarım Bakanlığı’nın en yüksek hizmet ödülünü kazanıyor. Hem de iki kere! Unvanlardan rahatsız olsa da “Pamuk Kraliçesi” sonunda tacını takıyor.
Bir bilim emekçisinin hikâyesi
Gelelim Tilly Edinger’e… Edinger 1897 yılında doğmuş ve bugün paleonöroloji diye isimlendirilen alanın kurucusu. Almanya’daki Nazi rejimi altında, Yahudi kökenli bilim insanlarının karşı karşıya kaldığı zorluklara karşın, Yahudi kökenli Edinger tutkusundan vazgeçmiyor ve fosilleşmiş kafataslarını farklı omurgalı gruplarında inceliyor. Çalıştığı kurum olan meşhur Senckenberg Doğa Tarihi Müzesi’nde para almadan araştırmalar yapan bir bilim kadını. Yani, tam bir bilim emekçisi. Almanya Yahudi halk için iyice tehlikeli olduğunda bile, Edinger 380 yıllık aile tarihini bırakmadan Frankfurt’da kalmaya devam ediyor. Tutkusu olan işinden de vazgeçmiyor. Umutlu olmasının yanı sıra, hayatın en kötü senaryolarına da hazırlıyor kendisini. Bir toplama kampına götürülmesi hâlinde yanında taşıdığı ölümcül düzeyde sedatifi içeceğine katarak intihar etmeyi bile planlıyor.
Meşhur “Kristal Gece”, diğer ismiyle “Kırık Camlar Gecesi” ile otuz bine yakın Yahudi tutuklanıyor ve bir kısmı hemen öldürülüyor. Bu olay sonrası Edinger ülkede kalmaktan vazgeçiyor. Bu sırada kendisi hızla çalışmalarından koparılmış, müzedeki odası boşaltılmış, eşyaları evine kargolanmış. Yıkıcı bir kovulma hadisesi sonrası yaşadığı kentte hayati tehlike altında bulundığu sırada yine de “omurgalı fosillerinin kendisini kurtaracağını” düşünmekten vazgeçmiyor. Yirmi yıldır hayatı ve tutkusu olan işine tutunarak içinden geçtiği sıkışık zamanlarda yazdığı 250 sayfalık bir derleme ile ortaya koyduğu sorular, Edinger’in Almanya’dan ayrılması için bir sıçrama tahtasına dönüşüyor. Harvard Üniversitesi’ne giderek Karşılaştırmalı Zooloji̇ Müzesi’nde paleonöroloji kürsüsünü kuruyor. Dönemin önemli isimlerinden, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi küratörü, meşhur paleontolog George Gaylord Simpson, Edinger’i “son derece önemli, birinci sınıf bir bilim kadını” olarak tanımlıyor ve paleonörolojinin önemine dikkat çekiyor. Nefis bir öykü!
Türkiyeli bilim kadınları
Bugün Türkiyeli bilim kadınları dünyanın farklı ülkelerinde önemli başarılara imza atıyor Örneğin Covid-19 aşısının geliştirilmesini sağlayan Dr. Özlem Türeci bu isimlerden biri. Kanser tedavisi üzerine de önemli çalışmalar yapıyor Türeci. Fizik mühendisi Canan Dağdeviren, fizik alanındaki önemli buluşlarıyla ses getiren bilim kadınlarından. Prof. Dr. Feryal Özeltarihte ilk karadelik fotoğrafını çeken ekipte yer alıyor. Prof. Dr. Elif Nur Fırat Karalar, moleküler biyoloji alanında yaptığı çalışmalarla ses getiren bilim kadınlarından. Tıp dünyasının çalışmalarıyla konuşulan isimleri arasında yer alan Prof. Dr. İvet Bahar Beyaz Saray’a konuşmacı olarak davet edilmişti. Sinirbilim alanında çalışmalar yapan ve İsveç Kraliyet Hanedanı ödülünü kazanan Dr. Hatice Zara çalıştığı alandaki başarılarını uluslararası platformlara taşıyan önemli bilim kadınlarından. OCRA ödülüne 2020 yılında layık görülen Dr. Duygu Özmadenci kanserle ilgili çalışmalarıyla ses getiren isimlerden. Dr. Naşide Gözde Durmuş, 2015 yılında MIT Technology Review dergisince 35 yaş altı yenilikçiler listesine giren isimlerden. Dr. Berna Sözenyumurta ve sperm olmadan yapay embriyolar oluşturduğu çalışmalarıyla ses getiren önemli bilim kadınlarından. Bugünün en önemli problemlerinden olan iklim değişikliği ile ilgili çalışmaları yanı sıra deniz buzu gözlemleriyle bilinen Doç. Dr. Burcu Özsoy Çiçek, Antartika’ya giden Türkiyeli ilk bilim kadını.
Tarihin içinden verdiğim örneklerle kadınların nasıl maskelendiğini anlatmaya çalıştım. Esasında kadınlar sadece başarılarıyla tarih yazmıyorlar, çünkü verdiğim örneklerde kadınların başarıları dışında hayata dair önemli hikâyeleri de var. Yani baş döndürücü kariyer yeterli değil, kadınlar her alanda mücadele verdiler ve hâlâ veriyorlar. Bunun güncel kanıtlarından biri İran’da yaşananlar. Bu olaylar bu yazıyı yazmak için de motivasyonum oldu. İran’daki kadınların başlarını açıp saçlarını görünür bir şekilde çağdaş yaşamın bir parçası olarak toplumda kendilerine yer oluşturmaya çalışırken sergiledikleri mücadele takdire şayan. Tek başlarına saç telleri için verdikleri mücadele böyleyken, farklı alanlarda başarı kazanmak için kim bilir nelerle karşı karşıya kalırlar? Tarihteki örnekler bu soruya bir cevap niteliğinde. İran’daki olaylar aynı zamanda, kitlesel protestolarda yeni bir dönem. Bu defa her şeyin çok farklı olduğu açık ve net. İşte bu nedenle kadınlar isterse dünyayı değiştirirler diyorum.
* Bu yazının farklı örneklerle diğer bir versiyonu yetkinreport.com sitesinde yayımlanmıştır.